"Suret'i Nefisler" Ayhan Özer Kişisel Sergi


AYHAN ÖZER
1977 yılında Gaziantep’te doğan Ayhan Özer, ilk, orta ve lise öğrenimini bu şehirde tamamladı. Sanat eğitimine Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Resim Öğretmenliği Bölümünde başladı ve burada lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2001 yılında aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademik hayata adım attı ve Prof. Dr. Olcay Kırışoğlu’nun asistanlığını üstlendi.
2004–2011 yılları arasında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde görev yaptı. Bu süreçte Prof. Dr. Ayşe Çakır İlhan ve Prof. Dr. Kubilay Aysevener’in danışmanlığında hazırladığı doktora tezi, 1980 sonrası Türk Resim Sanatı üzerine odaklandı. 2011–2013 yılları arasında tekrar Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi Doktor olarak görev yaptı.
2013 yılında, Gaziantep Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünün kurucu bölüm başkanı olarak göreve başlayan Özer, 2024 yılı Temmuz ayında profesör unvanını aldı ve aynı fakültede dekanlık görevini yürütmeye başladı.
Sanatsal üretimlerini portre, figür ve eleştirel görselleştirme üzerine yoğunlaştıran Ayhan Özer, “Postmodern Portreler” (2019), “Post Truth / Hakikat Sonrası Portreler” (2021), “Pre Truth Portreler” (2023) ve “TRUTH! PORTRELER” (2024) başlıklı dört seriden oluşan kapsamlı bir düşünsel-sanat yolculuğunun altını çizdi. Bu dörtlemede, modern aklın eleştirisinden post-hakikatin simülasyonuna, sezgisel hakikat arayışından geleceğin kodlanmış kimliklerine kadar uzanan tematik bir bütünlük kurdu.
Bu sergiler, yalnızca görsel üretim değil; aynı zamanda eleştirel teori, mizah, simgesel dil ve dijital çağın insan tipolojileri üzerine kurulu bir ikonografik sistem önerisi niteliği taşımaktadır.
Ayhan Özer’in “Suret’i Nefsiler” adlı sergisi, onun on altıncı kişisel sergisidir. Ulusal ve uluslararası birçok bienal, çalıştay ve karma sergide yer almış, sanat kuramı, eğitim ve görsel kültür alanlarında kitap ve makaleler yayımlamıştır.
Disiplinler arası üretimi benimseyen Özer, sanat mecralarını sadece araçlar olarak değil; anlam taşıyıcı yapılar olarak konumlandırır. Sanatsal pratiğinde isimlerden ve kalıplardan çok, anlatmak istediklerinin ruhuna sadık kalır.
Yerele sıkışmadan evrensele açılan, ama evrensel olanı da yerel sezgiyle yeniden kuran bir bakışla üretmeye devam etmektedir.
Suret’i Nefisler
Bu sergiye başlarken tek bir sorunun peşine düştüm: Kendi suretimize ne zaman yabancılaştık?
Eskiden portreler hakikati yansıttığına inanılan aynalardı. Şimdi ise suret, nefsin bir ifadesi değil; onun yerine geçen, onu bastıran, ona poz verdikçe yalanı büyüten bir maske haline geldi. Suret-i Nefisler, bu maskelerin içini oymaya, gösterilenin ardındaki boşluğu görünür kılmaya çalışıyor.
Biliyorum, artık “gördüğüne inanmama” çağındayız. Göz, eskiden hakikate açılan kapıydı. Şimdi hakikatin yerini alan bir yanılsama motoru gibi çalışıyor. İşte bu yüzden bu sergide yer alan suretler, ne modelden yapıldı ne de gelenekten… Yapay zekânın tanımadığı ama yeniden kurduğu, nefsin kendini tanıyamadığı ama içine saklandığı imgelerden doğdu. Her biri hem tanıdık hem de tekinsiz; çünkü bu çağda tanıdık olanın bile ne kadar sahte olabileceğini artık hepimiz biliyoruz.
Minyatür estetiği burada sadece nostaljik bir çerçeve değil; görsel aygıtların ve temsil düzeninin sorgulandığı bir araç. Geleneksel olanla dijital olanı karşı karşıya getirdim, çünkü bugünün nefsî portresi, ne geçmişin izinde ne de geleceğe ait; bir geçiş alanı, bir çarpılma yüzeyi. Bu yüzden figürler net değil, bedenler çözülmüş, bakışlar bozulmuş. Çünkü artık gerçeklik değil, gerçeklik gibi olmak esas mesele.
İzleyiciden tek beklentim var: bakmakla yetinmesin, bakışının kendisine de baksın. Her resim, bir “nefis”in başkalaşmış izini taşıyor. O iz, kimseye ait değilmiş gibi dursa da aslında herkese dokunuyor. Çünkü bu sergi, sizin de suretinizi ele geçirmiş olabilir.
Bugünün dijital çerçevesi, aynadan çok bir paravan. Ama ben o paravanın arkasındaki karaltıyı göstermeye çalıştım. Suret’i Nefisler, bir görsel teşhir değil; bir içsel ifşa alanı. Estetik, burada süs değil; ifşanın dili.
Unutmayın: Devir, gördüklerine de inanmama devri. Ama belki, hissettiklerinize hâlâ güvenebilirsiniz.
Ayhan Özer
Suret’i Nefisler Sergisi Üzerine
Ayhan Özer bu sergide yalnızca görseller üretmemiş; aynı zamanda içinde yaşadığımız çağın görme biçimini sorgulamış. Artık gördüğümüz imgelere eskisi gibi güvenemiyoruz. Bir zamanlar gözümüzle gördüğümüze inanırdık; şimdi ise gördüğümüzün gerçekten doğru olup olmadığını anlamak için başka araçlara, başka otoritelere başvuruyoruz. Özer’in sergisi, tam da bu değişimin yaşandığı bir noktadan doğmuş: “Devir, gördüklerine de inanmama devri”.
Sanatçı, Osmanlı minyatür estetiğini sadece bir biçim olarak değil, ironik bir anlatım dili olarak ele alıyor. Geleneksel minyatürlerin düz yapısını, yapay zekânın çok katmanlı görüntü üretme becerisiyle yan yana getirerek izleyiciyi yanılsama ile gerçeklik arasında bırakıyor. Sergideki görseller ilk bakışta hem eğlenceli hem garip: Marie Curie bir dârüşşifada elinde ışıklı bir şişeyle duruyor, Steve Efendi saray avlusunda iPhone tanıtıyor, Orwell’in 1984’ündeki gözetleme araçları Osmanlı revaklarına sinmiş… Bu görüntüler sadece komik değil; aynı zamanda düşündürücü. Çünkü Özer, günümüzün estetik ve manipülasyon krizine dikkat çekiyor: Görsellik artık gerçeği yansıtmıyor, onu yeniden kuruyor.
Sergideki işler aynı zamanda anakronik, yani zamanlar arasında gidip geliyor. Tarihsel figürler bugünün nesneleriyle iç içe, zaman akışının bozulduğu bu sahnelerde neyin ne zaman olduğu belirsiz. Bu da bize önemli bir şey söylüyor: Gerçeğin kendisi artık sabit bir zemine oturmuyor. Zamanın kayması, hakikatin de yerinden oynaması demek.
“Post-truth” (hakikat sonrası) çağda yaşıyoruz; yalan bile artık bir estetik seçim gibi sunulabiliyor. Sergideki görsellerin bazıları insanı güldürüyor, bazıları ise rahatsız ediyor. Ama hepsi bir şeyi amaçlıyor: Sadece bakmak değil, bakmayı sorgulamak. Temsile, inanca, çerçevenin neyi koruyup neyi gizlediğine dair sorular sormamızı sağlamak.
Ayhan Özer, çerçeveyi bir güvenlik alanı olarak değil, bir sorgulama alanı olarak kurmuş. Osmanlı minyatürlerinin çerçevesi dijital çağın yalanlarını saklamıyor; aksine onları ifşa ediyor. O çerçevenin içinden bakınca, gerçekliğin ne kadar kırılgan olduğunu görebiliyoruz. Bu sergi, bir tür görsel kazı: Geçmişin anlatı biçimleriyle bugünün görsel oyunlarını yan yana getiriyor. Özer sanki izleyicilere şunu söylüyor: “Artık ne gördüğüne güvenebilirsin, ne de bakışına…” Çünkü zaman, her şeyin içinden geçtiği ve sonunda kaybolduğu bir şey hâline geldi.
Dr. Öğr. Üyesi Erdinç YILMAZ